Hz. Muhammed (SAV) ‘in Medineye Hicreti
Vahiy meleği Cebrâil gelip müşriklerin kararını Peygamber Efendimiz’e bildirdi ve “Şimdiye kadar yattığın yatağında bu gece yatma!” dedi.
Peygamber Efendimiz, Hz.Ali’ye: “Yatağımda yatıp uyu. Şu yeşil, geniş aba hırkamı da örtün, onun içinde uyu, korkma! Sana onlardan hoşlanmayacağın hiçbir şey erişmez!” dedi.
Peygamberimiz, uyuyacağı zaman bu yeşil aba, hırkasına bürünüp uyurdu. Halebî’ye göre; Dört zira boyunda, iki zira eninde olan bu aba hırkayı Allah Rasûlü’nün sonradan cuma ve bayramlarda giydiği de olmuştur.
Mekke’li müşriklerin, saklamak üzere, Peygamberimiz’e verdikleri birçok emânet eşya vardı. Mekkeliler, kıymetli eşyalarını saklayamamaktan korkarlarsa, onları, Peygamberimize teslim ederler, bu hususta O’na son derece güvenirlerdi. Rasûlü Ekrem, bu emânetleri sâhiplerine dağıtıncaya kadar Mekke’de kalmasını da Hz.Ali’ye emretti.
Müşriklerin Peygamber Efendimiz’in Evini Kuşatması
Her kabîleden seçilmiş olan katiller; gecenin üçte biri geçince Peygamber Efendimiz’in kapısının önünde toplandılar, Peygamberimiz’in uykuya dalmasını gözetlemeğe başladılar.
Rasûlüllah’ın kapısında toplananlar arasında Ebû Cehil, Hakem ibn-i Ebûl As, Ukbe ibn-i Ebû Muayt, Nadr ibn-i Haris, Ümeyye’tibni Halef, ibn-i Kaytala, Zem’a ibn-i Esved, Tuayme ibn-i Adiy, Ebû Lehep, Übey ibn-i Halef, Nübeyh ibn-i Haccac, Münebbih ibn-i Haccac da vardı.
Ebû Cehlin Alaylı Konuşmasına Peygamberimiz’in Cevabı
Peygamber Efendimiz’in kapısı önünde toplanan müşriklere, Ebû Cehil; “Muhammed’in iddiâsına göre siz, O’na uyar, Müslüman olursanız, bütün Araplara ve Arap olmayanlara hâkim olacakmışsınız! Ölümünüzden sonra diriltilecek, Ürdün bahçeleri gibi bahçelere kavuşacakmışsınız! Eğer, O’nun dediğini yapmazsanız boğazlanacak, ölümünüzden sonra da diriltilip sizin için hazırlanmış olan cehennemde yanacakmışsınız” dedi.
O sırada, Peygamberimiz kapıyı açıp müşriklerin karşısına çıktı. Ebû Cehil’e; “Evet, bunu, söyleyen Benim! Cehenneme girip yanacak olanlardan birisi de sensin!” dedi.
Peygamberimiz’in Katiller Arasından Kur’ân Okuyarak ve Başlarına Toprak Saçarak Çıkıp Gitmesi
Yüce Allah, kudretiyle müşriklerin gözlerini göremez bir hâle getirmişti. Rasûlü Ekrem, yerden aldığı bir avuç toprağı müşriklerin başlarına saçtı ve okuyarak onların aralarından geçip gitti.
Cenâb-u Hakk bu hususu Yâsin Sûresinde şöyle beyân ediyor: “Yâsin! O hikmet dolu Kur’ân’a andolsun ki; Sen, hiç şüphesiz insanlara gönderilen peygamberlerdensin! Dosdoğru bir yoldasın. Bu Kur’ân da, kudretiyle her şeye üstün gelen, Rahmetiyle herkesi esirgeyen Allâh’ın indirdiği bir Kitab’dır ki, ataları, azapla korkutulmamış, bu yüzden gaflet içinde kalmış olan bir kavmi korkutman için Sana indirilmiştir.
Andolsun ki; bunların çoğuna o azap sözü hak olmuştur. Artık bunlar îmân etmezler. Gerçekten biz, onların boyunlarına lâleler geçirdik ki bunlar çenelerine kadar dayanmıştır. Şimdi onlar, kafaları ve burunları yukarı kaldırılmış bir haldedirler! Biz onların önlerinden bir set, arkalarından da bir set çektik. Onları öylece bıraktık, artık görmezler. (Yâsin Sûresi, âyet 1-9).
Müşrikler, Peygamber Efendimiz’in kapısında bekleşirlerken, yanlarına bir hemşerileri uğradı. Onlara; “Siz buralarda ne bekliyorsunuz?” diye sordu.
“Muhammed’i bekliyoruz.” dediler.
“Hay Allah sizi umduğunuza erdirmesin, elinizi boşa çıkarsın! Vallâhi Muhammed yanınızdan çıkmış, sonra da sizden başına toprak saçmadık bir kimse bırakmayıp yoluna gitmiş! Siz, kendinize yapılan şeyi görmüyor musunuz?!” dedi.
Her birisi, ellerini başlarına götürüp toprak saçılmış olduğunu anlayınca şaşırdılar ve buna da «Muhammed’in sihirlerinden bir sihirdir!» demekten başka söz bulamadılar.
Kapının yarığından içeri baktıkları zaman yatakta birisinin abaya sarınıp bürünerek yattığını görünce; “Vallâhi bu abasının içinde uyuyan Muhammed’dir!” dediler. Sabah ortalık ağarıncaya kadar beklediler.
Müşriklerin bu cinâyeti karanlıkta işlemeyip ortalık ağardıktan sonraya bırakmaları, ihtimal ki; katillerin muhtelif kabîlelere mensub bulunduklarını Haşimoğullarına göstermek içindi.
Sabahleyin döşekten Hz.Ali doğrulup kalkınca; “Vallâhi, bize söylenilen söz doğru imiş” dediler.
Yüce Allah bu münasebetle indirdiği âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Hani bir zaman, o kafirler, seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri, yahut yurdundan zorla çıkarıp sürmeleri için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı kuruyorlarken, Allah da onlara mukabele ediyordu. Allah, tuzak kuranlara mukabele edenlerin hayırlısıdır.” (Enfal Sûresi, âyet 30).
Gâr-ı Sevr’e (Sevir Mağarasına) Sığınmaları
Rasûlüllah Efendimiz; perşembe günü geceleyin Hz.Ebû Bekr’in evine geldi. O’nunla birlikte evin arkasındaki küçük kapıdan çıkarak Mekke’nin aşağısında, güneybatısında üç mil uzaklıkta bulunan Sevir dağına doğru ilerlemeğe başladılar. Rasûlü Ekrem bir ara pabuçlarını çıkararak yalınayak yürümek zorunda kaldı. Bu şekilde yürümekten ayakları aşındı ve acıdı. Hz.Ebû Bekir (R.A.), Peygamberimiz’in kâh önüne geçerek önünden yürümekte, kâh arkasına geçerek arkasından yürümekte idi.
Peygamber Efendimiz, O’na; “Ya Ebâ Bekir! Niçin böyle yapıyorsun?” diye sordu.
Hz.Ebû Bekir (R.A.); “Önünüzü, arkanızı gözetlemek, sizi korumak için” dedi.
Gece karanlığında Sevir mağarasına ulaştılar. Mağara, haşerat ve vahşi hayvanların yuvası idi. Hz.Ebû Bekir (R.A.), içeride yılan veya yırtıcı bir hayvan bulunup bulunmadığını kontrol etmeden Rasûlü Ekrem’i içeri bırakmak istemedi.
Hz.Ebû Bekir (R.A.); “Allah aşkına ben girmedikçe sen girme! Eğer içeride zararı dokunacak bir şey varsa onun zararı Sana dokunmasın, bana dokunsun” dedi.
Hz.Ebû Bekr’in Ayağının Yılan Tarafından Isırılması
Hz.Ebû Bekir (R.A.) mağaraya girdi. Eliyle yerleri yokladı, düzledi. Mağaranın bir tarafında bir delik buldu. İzarını yırtıp orayı tıkadı. Geri kalan kısmına da ayaklarını dayadı. Sonra Rasûlüllah’a; “buyurun!” dedi.
Rasûlüllah içeri girdi. Başını, Hz.Ebû Bekr’in dizine koyup uyudu. O sırada Hz.Ebû Bekir (R.A.), yılan deliğini kapamış olan ayağından ısırıldı. Rasûlüllah’ı uyandırmak korkusuyla hiç kımıldamadı. Ancak, gözlerinin akan yaşı Rasûlüllah’ın yüzüne damlayınca O’nu uyandırdı.
Rasûlü Ekrem; “Ne oldu sana Ya Ebâ Bekir?” diye sordu.
O da; “Babam, anam sana feda olsun! Yılan tarafından ısırıldım!” dedi.
Rasûlüllah, ısırılan yere tükrüğünü sürünce ayağındaki ağrı, sızı dindi…
«Onun içindir ki, bir hatıra ve nişan olarak Hz.Ebû Bekir (R.A.)’nın soyundan gelenlerin ayağının altında ben vardır.»
Müşrikler Peygamber Efendimiz ile Hz.Ebû Bekr’in Peşinde
Ortalık ağarınca, müşrikler Peygamber Efendimiz’in evine daldılar. Hz.Ali döşeğinden kalkınca;
“Nerede arkadaşın, amcanın oğlu?” dediler.
Hz.Ali; “Bilmiyorum! Ben, O’nun üzerinde gözcü müyüm? siz, O’nu çıkıp gitmeğe zorladınız. O da çıkıp gitti!” dedi.
Müşrikler, Peygamberimiz’i ele geçiremeyince içlerinde Ebû Cehil de olduğu halde, Hz.Ebû Bekr’in kapısına dikildiler. Hz.Ebû Bekr’in kızı Esma dışarı çıktı, “Ey Ebû Bekr’in kızı! Nerede baban?” diye sordular.
Esma; “Vallâhi, babamın nerede olduğunu bilmiyorum!” deyince, çok yaramaz kötü ve hırçın bir adam olan Ebû Cehil öfkelenerek, Esma’nın yanağına bir tokat vurdu. Küpesi kulağından yere fırladı.
Müşrikler Mekke’nin aşağısını, yukarısını aramağa, taramağa koyuldular.
Hz.Muhammed (S.A.V.)’i ve Hz.Ebû Bekr’i bulup getirene veya öldürene yüz deve verileceği, Mekke’nin dört bir yanında tellallar bağırtılarak halka duyuruldu. Mekke dağlarında aranmadık, taranmadık yer bırakılmadı.
Her kabîleden ikişer genç silahlandı. Yanlarına meşhur Müdliçoğullarından iyi iz sürücü Alkeme’yi de aldılar. Peygamber Efendimiz’le Hz.Ebû Bekr’in izlerini bulup süre süre Sevir mağarasının yakınlarına kadar gelip dayandılar.
Alkame; “Vallâhi, aradığınız kimseler, şu mağaradan ileri geçmemişlerdir. Onun yanındadırlar. İz burada kesiliyor” dedi. Aradaki mesâfe 40 zira’a kadar indi.
Hz.Ebû Bekir (R.A.), çok telaşlandı ve tasalandı.
Rasûlüllah; “Tasalanma! Allah, bizimledir!” dedi.
Hz.Ebû Bekir (R.A.); (yavaşca) “Yâ Rasûlellah! Onlardan birisi eğilip de ayaklarının dibinden bakıverse bizi görür!” dedi.
Rasûlü Ekrem; “Ya Ebâ Bekir! İki kişinin üçüncüsü Allah olursa, sen akibetin ne olabileceğini, yakalanacağımızı mı sanırsın?” dedi.
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’inde bu hâdiseye şöyle işâret eder: “Eğer siz, O’na yardım etmezseniz (etmeyin), kafirler, O’nu Mekke’den çıkardıkları zaman, bizzat Allah, O’na yardım etmişti ki, o zaman Rasûlüllah ancak, ikinin ikincisi idi. Onlar, (Sevir dağının tepesindeki) mağarada idiler. Peygamber, arkadaşına «tasalanma! Allah hiç şüphesiz bizimledir»! dediği zaman Allah, O’nun arkadaşının üzerine sekinetini indirmiş, O’nu da göremediğiniz ordularla desteklemiş, kâfirlerin kelimesini alçaltmıştı. Allâh’ın kelimesi ise, O çok yücedir. Allah, kudretiyle herşeye üstün gelen, her yaptığını yerli yerince yapandır!” (Sûre-i Tevbe, âyet 40).
Mağaranın Önüne Örümceğin Ağ Örmesi, Güvercinin Yuva Kurması
Müşrikler; mağaranın sağını solunu araştırdılar. İçlerinden birisi, mağaranın önünde yuvalanan yaban güvercinini görünce geri döndü. Arkadaşları ona; “Mağaraya ne diye bakmadın?” diye sordular. O da; “Mağaranın ağzında iki yaban güvercininin yuvalandığını gördüm. Bundan, içeride hiç kimsenin bulunmadığını anladım.” dedi.
Ümeyyet’ibn-i Halef; “Mağaranın üzeri, örümcek ağıyla kaplanmış iken, siz ne diye şüphelenip duruyorsunuz? Vallâhi, ben bu ağın Muhammed doğmadan önceye âit olduğu kanâatindeyim” dedi. Bâzıları da; “Eğer onlar mağaraya girmiş olsalar, güvercinin yuvası dağılır, yumurtası kırılır, örümceğin ağı da bozulurdu!” dediler. Böylece, müşrikler umduklarına eremeden geri döndüler. Mevla’nın kudreti ve himayesi işte böyle tecelli ediyor, kafirleri de böyle şaşırtıyordu.
Sevir Mağarası’nda Geçirilen Günler
Allah Rasûlü, perşembe günü geceleyin Hz.Ebû Bekr’i yanına alarak mağaraya girmişti. Cuma, cumartesi, pazar gecesini orada geçirdiler.
Hz.Ebû Bekr’in oğlu Abdullah, anlayışlı ve becerikli bir gençti. Babasından aldığı direktif üzerine, gündüzleri Mekkelilerle bulunur. Onların, Hz.Peygamberimiz ve Hz.Ebû Bekir (R.A.) hakkında söylediklerinden işitebildiklerini, karanlık basınca Sevir mağarasına gelip anlatırdı. Geceyi Peygamber Efendimiz ve Hz.Ebû Bekir (R.A.) ile birlikte geçirdikten sonra, tanyeri ağarırken Mekke’ye döner, geceyi Mekke’de geçirmiş gibi müşriklerle sabahlardı.
Amir ibn-i Füheyre de, O’nun gelip gittiği yol üzerine koyunlarını sürerek izini belirsiz ederdi. Hz.Ebû Bekr’in kızı Esma ise, geceleri yiyecek getirirdi. Hz.Ebû Bekr’in azadlı kölesi Amir ibn-i Füheyre, Hz.Ebû Bekr’in koyunlarını Mekkelilerin koyunları ile birlikte otlatır, (aldığı direktife göre) karanlık basınca Hz.Ebû Bekr’inkilerini mağaranın önüne getirip bırakırdı. Peygamber Efendimiz ve Hz.Ebû Bekir (R.A.) de, onlardan bir kaba süt sağar, güneşin hararetinden ısınmış temiz taşların içine koyarak, sütü ısıtır ve içerlerdi. Amir ibn-i Füheyre gecenin sonuna doğru gelip koyunlara seslenir, onları da önüne katarak yaymağa götürürdü. Bu hâl üzere üç gün geçti.
Halkın, Rasûlüllah Efendimiz ve Hz.Ebû Bekir (R.A.) hakkındaki arama taramaları biraz yatışır ve tavsar gibi oldu. Kılavuz olarak tutulan Abdullah ibn-i Üreykıt da, kendisine emânet edilen iki deve ile birlikte kendi devesini de yanına alarak pazartesi günü seher vakti sevir dağının eteğine geldi.
Hz.Ebû Bekr’in Kızı Esma’nın «Cennet Kuşağı» İle Müjdelenmesi
Yol azığı olmak üzere bir koyun kesilmiş, eti pişirilmişti. Hz.Ebû Bekr’in kızı Esma, bunu bir dağarcığa koyup bir tulum su ile birlikte mağaraya getirdi.
Esma, yemek dağarcığını bağlamak için bağ getirmeği unutmuştu. Esma, yola çıkılacağı zaman belinden kuşağını çözüp ortasından yırtarak bir parçası ile yemek dağarcığını, öteki parçasıyla da su tulumunun ağzını bağlayınca, bu fedakarlığından memnun olan Peygamberimiz, O’na; “Sana Cennette iki kuşak var!” buyurdular. Bundan dolayı Esma «Zâtün nitakayn (iki kuşak sâhibesi)» diye anıldı.
Hz.Ebû Bekr’in Babasının Telaşlanması
Hz.Ebû Bekr’in, Müslüman olduğu zaman kırkbin dirhemi vardı. O bunları İslam davası uğrunda seve seve harcamaktan geri durmadı. Peygamber Efendimiz’le Mekke’den ayrılacağı zaman, ancak beşbin veya altıbin dirhemi kalmıştı. Bunların bir kısmını yanında götürmek üzere oğlu Abdullah ile mağaraya getirtti.
Esma der ki: “Babam Ebû Bekir, böyle, malını yanına alıp gidince, dedem Ebû Kuhâfe yanımıza geldi (o zaman gözleri görmezdi);
«Vallâhi ben, sanıyorum ki, O, bütün malı yanında alıp götürmüştür!» dedi.
«Hayır dedeciğim! O, bize pek çok mal bıraktı!» dedim ve hemen babamın, evin bacasına koyduğu madeni paraları aldım (ki babam paralarını hep oraya koyardı). O paraları bir örtünün üzerine koyduktan sonra dedemin elini tutup «dedeciğim! elini şu mal üzerine bir sür» dedim. Dedem, elini ona koyunca;
«Eh! Bunu size bıraktığına göre mesele yok. Çok güzel. Artık, bu size yeter! Ben, vallâhi bize bir şey bırakmadı sanmıştım!» dedi.”
Peygamberimiz’in Kusvâ İsimli Deveyi Satın Alması ve Sevir’den Ayrılışı
4 Rebîulevvel pazartesi günü Rasûlüllah ve Hz.Ebû Bekir (R.A.) mağaradan çıkarak mağaranın yanında bekleyen kılavuz Abdullah ibn-i Üreykıt’ın yanına geldiler. Hz.Ebû Bekir, iki devesini de Rasûlü Ekrem’in yanına getirdi ve üstün olanını Rasûlüllah’a arz ederek; “Anam babam sana fedâ olsun! Buyur ya Rasulallah!” dedi.
Peygamber Efendimiz; “Ben, bana âit olmayan bir deveye binemem!” deyince,
Hz.Ebû Bekir; “O, senindir! Babam anam sana fedâ olsun! Bin!” dedi.
Peygamberimiz; “Hayır! Satın aldığın bedeli ne ise bana bildirmedikçe ona binemem!” dedi. (Hz.Ebû Bekir, onu, Harisoğullarının hayvanları arasından seçip başka bir deve ile birlikte 800 dirheme satın almıştı.)
Hz.Ebû Bekir (R.A.); “Onu şu kadara fîlâncalardan satın aldım!” dedi.
Peygamber Efendimiz Kusvâ’yı Hz.Ebû Bekr’in satın aldığı 400 dirhem ile kabul edince,
Hz.Ebû Bekir (R.A.); “Yâ Rasûlellah! Artık bu sizindir! Binebilirsiniz!” dedi.
Rasûlüllah da, Hz.Ebû Bekir de develerine bindiler. Hz.Ebû Bekir (R.A.), yolda kendilerine hizmet etmek üzere azadlı kölesi Amir ibn-i Füheyre’yi yanına aldı. Yol göstermesinde çok maharetli olan Abdullah ibn-i Üreykıt önlerine düştü. Sevir dağından ayrıldılar.
Rasûlü Ekrem’in «Kusvâ» diye anılan bu devesi Hz.Ebû Bekr’in hâlifeliği zamanına kadar yaşadı. Medîne’nin Bakî Kabristanlığı’na salınmıştı. Kendisine hiç dokunulmazdı. Orada kendi hâlinde yayıla yayıla öldü.
Peygamber Efendimiz’in Vatan Sevgisi
Allah Rasûlü, Mekke’nin aşağısından geçerken devesini Hazvere mevkiinde durdurarak Mekke’ye mahzun mahzun baktı;
“Vallâhi! Sen Allâh’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Allah katında en sevgili olanısın! Senden, çıkarılmamış olaydım, buradan çıkmazdım. Bana senden daha güzel, daha sevgili vatan yoktur. Kavmim, beni, senden çıkarmamış olsalardı, çıkmaz, senden başka bir yerde yurt yuva tutmazdım.” dedi.
Bunun üzerine, Yüce Allah Peygamber Efendimiz’e şöyle vahyetti: “Elbette, O Kur’ân’ın tebliğini üzerine farz kılan Allah, Seni, yine döneceğin yere (Mekke’ye) döndürecektir.” (Kasas Sûresi, âyet 85).
Sürâka’nın Hz.Peygamberimiz’i Tâkip Edişi ve Başına Gelenler
Kureyş Müşrikleri, Rasûlüllah ile Hz.Ebû Bekr’i bulana veya öldürene yüzer deve va’detmiş bulunuyorlardı. Kendine güvenenler O’nu aramağa koyulmuştu. Çok iyi iz tâkip eden Sürâka adında iri yapılı birisi de, bu mükâfatı almak için atını, silahını, fal çektiği oklarını da yanına aldı, bundan sonra elini fal çantasına atıp oklarını çıkardı.
«Muhammed ile Eshab’ına zarar verebilir miyim?, veremez miyim?» diye oklarla fala baktı. Hoşlanmadığı ok; «O’na zarar verilemez» oku çıktı.
Fakat oka îtibar etmeyerek, yüz deveyi almak arzu ve iştihâsıyla hemen atının üzerine atladı. Onu, dört nala kaldırıp koşturdu. Rasûlüllah ile arkadaşlarına yaklaşacağı sırada atının ayakları birden bire sürçüp yere kapandı. Sürâka da üzerinden yuvarlandı. Kendi kendine “Bu, ne hâl?” dedi. Sonra fal oklarını çıkarıp fala baktı. Yine, hoşlanmadığı ok, «O’na zarar verilemez!» oku çıktı.
Sürâka, oka isyan etti. Peygamber Efendimiz’i tâkipten vazgeçmedi. Hemen atına atlayıp koşturmağa başladı. Birden bire atı yere kapandı. Sürâka da üzerinden yuvarlandı. “Bu, ne hâl?” dedi. Sonra fal oklarını çıkarıp tekrar fala baktı. Bu defa da, hoşlanmadığı «O’na zarar verilemez!» oku çıktı.
Sürâka, yine oka isyan etti ve Rasûlü Ekrem’i tâkipten vazgeçmedi. Atına atlayıp koşturmağa başladı. O kadar yaklaştı ki artık, Allâh’ın Rasûlü ve arkadaşları Sürâka’yı görüyor, o da, onları görüyordu. Hattâ Sürâka, Rasûlüllah Efendimiz’in okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’i bile işitebiliyordu.
Rasûlüllah, arkasına hiç dönüp bakmıyordu. Hz.Ebû Bekir (R.A.) ise, sık sık arkasına dönüp bakınıyordu.
Buhârî’nin Enes Bin Malik’ten rivâyetine göre; Hz.Ebû Bekir (R.A.), arkasına dönüp bakınınca, bir atlının arkalarından koşup kendilerine yaklaştığını gördü. “Yâ Rasûlellah! İşte atlı, gelip bize yaklaştı.” dedi.
Peygamberimiz arkasına baktı; “Allahım düşür onu” diyerek duâ etti.
Sürâka gelip yetişince, Hz.Ebû Bekir (R.A.) ağlamağa başladı.
Peygamber Efendimiz, O’na; “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu.
Hz.Ebû Bekir (R.A.); “Vallâhi, ben, kendim için ağlamıyorum. Sana bir zarar gelir diye ağlıyorum!” dedi.
Sürâka, Peygamber Efendimiz’e saldıracağı bir mesâfeye gelince; “Yâ Muhammed! Bu gün Seni benden koruyacak kimdir?” diye bağırdı.
Peygamberimiz; “Beni, Cebbâr ve Kahhâr olan Allah korur!” buyurdu,
Cebrâil indi; “Yâ Muhammed! Yüce Allah yeryüzünü sana itaatçı kıldı. Ona dilediğini emredebilirsin” dedi.
O sırada, Sürâka’nın atının iki ön ayağı, dizlerine kadar yere battı. Sürâka da üzerinden yuvarlandı. Atını kaldırmağa zorladı. At da kalkmak için çabaladı. Fakat, bir türlü ayaklarını yerden çıkarmağa kâdir olamadı.
Sürâka’nın Peygamber Efendimiz’den Emân Dilemesi
Sürâka; “Yâ Muhammed! İyice anladım ki, bu senin işindir! Allâh’a duâ et de kurtulayım! Sana hiç dokunmayacağım! Beni görecek kimselere de senden hiç bahsetmeyeceğim” dedi. Sürâka’nın atı çabalayarak, horuldayarak kalkıp dikilince, iki ayağının gömüldüğü çukurdan göğe doğru ateş dumanı gibi, tozlu bir duman yükselip dağıldı.
Bunun üzerine, Sürâka; “El emân!” diye bağırdı.
Rasûlü Ekrem ile arkadaşları durdular. Sürâka da atına binerek yanlarına kadar geldi.
Sürâka bunca saldırılarından Allah Rasülü’nün bu şekilde korunulduğunu görünce, artık iyice anladı ve kanaât getirdi ki; O’nun gerçekleştirmek istediği şey yakında gerçekleşecektir. “Ben, Sürâka ibn-i Çu’şüm’üm! Bana bakın, benden şüphelenmeyin. Size söyleyeyim ki, artık benden hiçbir zaman hoşlanmayacağınız bir hareket gelmeyecektir! Kavmin, Senin hakkında şöyle şöyle vaadlerde bulundu” diyerek Kureyş’in, Peygamber Efendimiz’e ve Hz.Ebû Bekr’e yapmak istedikleri şeyleri birer birer haber verdi. Kendilerine yol azığı ve levazımı vermek istedi. Almadılar ve ondan, başka hiçbir şey de almak istemediler.
Sürâka, Peygamberimiz’e; “Şu ok çantamdan bir ok alıp bununla, fîlân fîlân yerdeki develerime ve hizmetçilerime uğra! Ondan dilediğini al!” dedi.
Allah Rasûlü; “Ey Sürâka! Sen İslam dînini arzu etmedikçe, ben de senin deveni, sığırlarını arzu etmem! Sen, bizi gördüğünü gizli tut, kâfi!” dedi.
Sürâka; “Ey Allâh’ın Peygamberi! Bana istediğini emret!” deyince,
Rasûlüllah: “Yurdunda dur! hiçbir kimsenin, bize gelip kavuşmasına meydan verme!” dedi.
Günün başlangıcında Peygamberimiz’in üzerine düşmanca yürüyen Sürâka günün sonunda, Allah’ın hikmeti ile adeta O’nu koruyucu bir silah oluvermişti.
Sürâka’ya Emannâme Yazılıp Verilmesi
Hz.Peygamberimiz, Hz.Ebû Bekr’e; “Söyle O’na, bizden istediği nedir?” dedi.
Hz.Ebû Bekir (R.A.), bunu, Sürâka’ya söyleyince, Sürâka; “Benimle aranda bir emân vesîkası olmak üzere bana bir yazı yaz!” dedi.
Rasûlüllah da, Hz.Ebû Bekr’e; “Ona, istediğini yaz” buyurdu.
Bunun üzerine, Hz.Ebû Bekir (R.A.), Amir ibn-i Füheyre’ye emretti. O da bir deri parçasına yazıp Sürâka’ya uzattı. Sürâka onu alıp ok çantasına koydu. İzi sıra geri döndü. Olan bitenlerden hiçkimseye hiçbir şey anlatmadı, sustu.
Sürâka’nın Ebû Cehil’e Cevabı
Ebû Cehil, Sürâka’nın böyle eli boş dönüp sustuğunu görünce Müslüman olmasından korktu ve onu söylediği beytlerle kötülemeğe, halkın gözünden düşürmeğe çalıştı.
Sürâka da, Ebû Cehil’e verdiği manzum cevabında; “Ey Hakem’in babası! Sen, atımın ayakları yere battığı zamanki hâlini bir görmüş olaydın, anlar ve hiç şüphe etmezdin ki Muhammed (A.S.) delilli ve hüccetli Peygamberdir. Artık, O’na kim dayanabilir?. Sana yaraşan, Kureyş kavmini, O’na saldırmağa kışkırtmak değil, saldıranlara engel olmaktır. Ben, sanıyorum ki O’nun yaymak ve duyurmak istediği şey elbette bir gün gelişecek ve yayılacaktır. Öyle ki, bütün halk, O’na çatmağı değil, O’na uymağı ve kendisiyle barışıklık içinde bulunmağı isteyecektir!” dedi.
Medîne Yolculuğuna Devam
Peygamber Efendimiz, Harrar’dan geçişinin ertesi günü, Talha ibn-i Ubeydullah ve Zübeyr ile buluştu.
Bunlar, Şam’dan ticâret kâfilesiyle gelip Mekke’ye gitmekte idiler. Peygamber Efendimiz’le Hz.Ebû Bekr’e birer beyaz Şam maşlahı (elbisesi) giydirdiler ve Medîne’li Müslümanlardan birisinin; “Rasûlüllah ve arkadaşları, geciktiler!” dediğini haber verince, Peygamber Efendimiz, hareketini hızlandırdı.
Rasûlü Ekrem önde, Hz. Ebû Bekir arkada giderken, yolda bir adamla karşılaştılar. Adam Hz.Ebû Bekr’i tanıdı. “Ey Ebû Bekir! Şu önünde giden zât kimdir?” diye sordu.
Hz.Ebû Bekir (R.A.) da setretmek için; “O zât, bana yol gösteren birisidir!” dedi.
Büreyde’nin Müslüman Oluşu ve Peygamber Efendimiz’in Önünde Sarığını Sancak Yaparak Medîne’ye Girişi
Kureyş müşriklerinin, Peygamberimiz’i tutup getirene 100’er deve verecekleri vaadini işiten Büreyde ibn-i Husayb, aile efradından 70 atlı ile beraber yola çıkmışlardı. Peygamber Efendimiz, Amim mevkiine eriştiği zaman, gelip Peygamber Efendimiz’e kavuştular.
Peygamberimiz ona; “Sen kimsin?” diye sordu.
Büreyde; “Ben, Büreyde’yim!” dedi.
Rasûlüllah, Hz.Ebû Bekr’e dönüp; “Ya Ebâ Bekir! İşimiz serinledi ve düzeldi.” dedi.
Allah Rasûlü Büreyde’ye; “Kimlerdensin?” diye sordu.
Büreyde; “Eslem kabîlesindenim!” dedi.
Peygamberimiz, Hz.Ebû Bekr’e; “Selâmete erdik” dedi.
Büreyde’ye; “Eslem’in kimlerinden, hangilerindensin?” dedi.
Büreyde; “Sehimoğullarındanım!” dedi.
Peygamber Efendimiz; “Ya Ebâ Bekir! Okun çıktı!” dedi.
Büreyde, Peygamber Efendimiz’e; “Peki, ya sen kimsin?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz; “Ben Abdulmuttalib’in oğlu Abdullah’ın oğlu Muhammed’im ve Allâh’ın Rasûlüyüm” diyerek onu, İslâmiyete dâvet edince, Büreyde de yanındakiler de şehâdet getirerek Müslüman oldular. Böylece hidâyetten nasibi olan bu insanlara Mevlamızın inâyeti ve hidâyeti yetişti. Allah’ın Rasulü’ne düşmanlık için gelenler O’na sadık birer dost oluverdiler.
Yanlarındaki biraz sütü Peygamber Efendimiz’e takdim ettiler. Onu Peygamber Efendimiz ile Hz.Ebû Bekir (R.A.) içti.
Büreyde, hayvanlarının az sütlü oluşundan şikâyetlendi. Peygamberimiz de onlara bereket duâsı yaptı.
Peygamber Efendimiz, yatsı namazını orada, bu yeni Müslümanlarla birlikte kıldı. O gece, Büreyde, Meryem Sûresi’nin baş tarafından birkısmını Peygamber Efendimiz’den öğrendi.
Sabaha çıkıldığı zaman, Büreyde; “Yâ Rasûlellah! yanında bir bayrak olmadan Medîne’ye girmen uygun düşmez!” dedi. Sarığını çıkardı. Mızrağının ucuna bağladı. Medîne’ye girinceye kadar Peygamber Efendimiz’in önünde onu taşıyarak yürüdü.
Büreyde, daha sonraları tahdisi nimet olarak hep; “Allâh’a hamd olsun ki Sehimoğulları, hiç zorlanmadan boyun eğdiler, Müslüman oldular!” derdi.
Rasûlü Ekrem, onun hakkında; “Eshâbımdan bir zât bir memlekette ölecek. O kıyâmet gününde o memleketin nûru ve o memleket halkının önderi olacaktır!” buyurmuştu.
Gerçekten Büreyde, İslam mücâhitleriyle Horasan’a kadar gitmiş, Merv’de vefât etmiştir.
Kuba’ya Geliş
Rasûlüllah (S.A.V.), Rebîülevvel ayı içinde bir pazartesi günü kabakuşlukta, güneşin en kızgın sırasında Kubâ’ ya eriştiler.
Kubâ; Medîne’nin güneyinde, iki mil uzağında üzüm bağları, hurma, incir ve nar bahçeleri bulunan sevimli bir köydü.
Bir Yahûdînin Peygamber Efendimiz’i Uzaklardan Görmesi
Medîne’deki Müslümanlar, Peygamberimiz’in Mekke’den yola çıktıklarını işittikleri zaman, sabah namazını kıldıktan sonra Harre mevkiine çıkarak, öğle sıcağı basıncaya kadar Allah Rasûlü’nü beklerlerdi. Yine bir gün, uzun uzun bekledikten sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada, Yahûdîlerden birisi, kendisine âit bir işi için kulelerden bir kulenin üzerine çıkıp uzakları gözetlerken, Peygamber Efendimiz’le Eshab’ının beyazlara bürünmüş olarak serâb ve sisleri yara yara gelmekte olduklarını gördü. Yahûdî, Müslümanların Peygamber Efendimiz’i bekleyip durduklarını biliyordu. Hemen yüksek sesle;
“Ey Arab topluluğu! Ey Kayle oğulları! İşte nasîbiniz, devletiniz, gelmesini bekleyip durduğunuz Ulu adamınız geliyor!” diyerek haykırdı.
Medîne’li Müslümanların Peygamberimiz’i Karşılamaları
Yahudînin sesini işiten Medîne’li Müslümanlar, Peygamber Efendimiz’i karşılamak için, silâhlanıp, evlerinden dışarı fırladılar. Rasûlü Ekrem’in gelmekte olduğunu işitince Amr ibn-i Avf oğullarının getirdikleri tekbirlerle yerler sarsıldı. Peygamber Efendimiz’le Hz.Ebû Bekir (R.A.), Harre’de iken, geldiklerini haber vermek için, bâdiye halkından birisini de Ebû Ümâme’ye ve adamlarına göndermişlerdi. Çıkan karşılayıcılar, 500 kişi idi. Allah Rasûlü’ne Harre’de kavuştular.
Karşılayıcılar geldikleri zaman, Rasûlü Ekrem Efendimiz bir hurma ağacının gölgesinde oturuyorlardı. Hz.Ebû Bekir (R.A.) de Rasûlüllah’ın yanında bulunuyordu. Karşılamağa gelen Medîne’li Müslümanların çoğu Rasûlüllah’ı hiç görmedikleri ve Hz.Ebû Bekr’i eskiden tanıdıkları için, önce O’nu selâmlıyorlar, O’nunla konuşuyorlardı. Rasûlü Ekrem ise hep susuyor, sükût ediyordu, konuşmuyordu.
Medîne’li Müslümanlar, Peygamber Efendimiz’i, ancak, üzerinden gölge çekilip de Hz.Ebû Bekir (R.A.) O’nu maşlahı ile güneşten gölgelemeğe çalışırken tanıyabildiler.
Peygamberimiz’in Kubâ’da Müsafir Olduğu Ev
Rasûlüllah (S.A.V.), Eshâbıyla ve karşılayıcılarla birlikte Medîne’nin sağ tarafına (âliye kısmına) yönelerek yoluna devâm etti ve Kubâ’da Amr’ibn-i Avfoğulları âilesinden, çok yaşlı bir zât olan Külsûm ibn-i Hidm’in evine indi. Hz.Ebû Bekir (R.A.) ise, Haris ibn-i Hazrec oğullarından Hubeyb ibn-i İsaf’ın Sünh’deki evine indi.
Peygamber Efendimiz Külsûm ibn-i Hidm’in evine inmekle beraber, Sa’d ibn-i Hayseme’nin evine gidip orada Müslümanlarla oturup konuşurdu.
Hz.Ali’nin Kubâ’ya Gelişi
Hz.Ali, halkın, Peygamberimiz’e emânet ettikleri şeyleri, sâhiplerine vermek için geri kalmıştı. Hz.Ali, Ebtah’da (Mekke Vâdisinde) dikilerek; “Kimin, Rasûlüllah katında bir emâneti varsa, gelsin, emânetini kendisine teslim edeceğim!” diye seslendi.
Mekke’de üç gün, üç gece daha kaldıktan sonra, O da gelip Kûlsüm ibn-i Hidm’in evinde Peygamber Efendimiz’e kavuştu.
Gelirken, gündüzleri gizlenmiş, geceleyin yürümüştü. Kubâ’ya geldiği zaman, ayaklarının altı kabarmış ve yarılmış bir halde idi. Rasûlü Ekrem, O’nu görünce kucakladı ve şefkatinden ağladı. Hemen, ayaklarını meshedip sığayınca ıztırabı dindi.
Kubâ Mescidi’nin İnşâsı
Rasûlüllah Efendimiz, Kubâ’da Amr’ibn-i Avfoğulları yanında 14 gece kaldı ve Kubâ Mescidi’ni yapıp içinde namaz kıldı.
Rasûlü Ekrem Kubâ Mescidi’ni yapmak istediği zaman;
“Ey Kubâ’lılar! Bana Harre’den taş getirin!” dedi.
Yanına bir hayli taş toplandı.
Rasûlüllah (S.A.V), yanındaki asâ ile kıbleyi çizdi. Eline bir taş alıp oraya koydu. “Yâ Ebâ Bekir! Bir taş al, benim taşımın yanına koy!”
“Ey Ömer! Sen de bir taş al, Ebû Bekr’in taşının yanına koy!”
“Ey Osman! Sen de bir taş al, Ömer’in taşının yanına koy!” dedi.
Allah Rasûlü, sanki bu sûretle onların halîfelik sıralarını da işâretliyordu.
Bundan sonra, Peygamberimiz orada bulunan halka dönüp; “Herkes, alacağı taşını şu çizgi üzerinde arzu ettiği yere koysun!” dedi.
Böylece, Kubâ Mescidi’nin ilk taşını kıble tarafına koyan Peygamber Efendimiz olmuştur. Sonra, sırası ile Hz.Ebû Bekir (R.A.), Hz.Ömer ve Hz. Osman Efendimiz oraya gelerek birer taş koymuşlar, sonra da bütün halk yapı işine koyulmuştur.